Önce öğretmene bir merhaba!..
Her
ailenin en değerli varlığı, toplumun geleceği, çiçeklerin en güzeli,
ellerindedir öğretmenim. Dikeni var diye, bakımı zor diye, “bu kadar paraya, bu
kadar olur” diye, ya da başka düşüncelerle, sana emanet edilmiş olan o en güzel
çiçeği çirkinleştirme öğretmenim. Sana yapılmasını istemediğin hiçbir şeyi, sen
de öğrencilerine yapma. Çocuğu azarlama, çocuğu aşağılama, çocuğu korkutma,
çocuğun canını yakma öğretmenim. Mini minnacık da olsa çocuk, her şeyi merak
eder, dünyayı ve olayları öğrenmek ister. Çocuğun işini zorlaştırma,
kolaylaştır öğretmenim. Resim yapmak, çocuğun özgürlüğüne özgürlük katar. Resim
yaparken çocuk, daha güzel bir dünya düşler, insanı ve doğayı sevmeyi öğrenir,
hesaplama kıyaslama gücü kazanır, daha bilgili becerikli yapıcı yaratıcı akılcı
ve paylaşımcı olur, çocuğa çokça resim yaptır öğretmenim. El yordamıyla güzel
resim yapılmaz. Çocuğun resim bilgilerini artır, güzellik duygularını geliştir,
arada bir çocuğu değil, çocuğun yaptığı işi eleştir öğretmenim. Okulda mutlu
olan çocuk, evde durmaz. Öğretmen iyi olursa, öğrenci kötü olmaz. Aklımın
erdiği, gözümün gördüğü, dilimin döndüğü, bu kadardı, bu kadarcık yazdım,
ötesini sen anla öğretmenim!..
Anne baba abi abla amca dayı hala
teyze, ilgilenecek kim varsa herkese merhaba!..
Okulda
yapılan çalışmalar yeterli olmaz. Öğrenilen bilgilerin evde bir daha gözden
geçirilmesi gereklidir. Hesaplama kıyaslama sorgulama algılama anlama anlatma
zorluğu çeken çocuk, resim yapmaktan hoşlanmaz. Yetenek yatkınlıktır, tek
başına hiçbir işe yaramaz. Resim yaparken çocuğun ne kadar mutlu olduğunu, el
becerilerinin ve güzellik duygularının arttığını, kendine güven ve sorumluluk
duygularının serpilip geliştiğini göreceksiniz. Yeter ki, çocuğunuzdaki
güzellikleri görmeye istekli ve hazırlıklı olun. Çocuğunuzu başka çocuklarla
yarıştırmayın.
Bu
çalışmadan asıl yararlanacak olan çocuk, okumayı yazmayı çizmeyi bilmiyor
olabilir. Bu bilgileri okumak ve çocuğa açıklamak, büyüklerin bir görevi olarak
ortaya çıkıyor. Hiç değilse bu bilgileri çocukla birlikte okuyun. Boyanın nasıl
tutulacağını çocuğa açıklayın. Böyle bir resim yap diye çocuğu zorlamayın. Bırakın,
çocuk isterse yapsın. İstediği yerden başlasın. İstediği gibi boyasın. Özgürce
üretim yapmanın keyfini yaşasın. Daha güzel bir dünya düşlesin. Yurdunu
yurttaşını bilgiyi bilgeyi sanatı sanatçıyı sevmeyi öğrensin. Yaptığı resimler,
evimizi okulumuzu süslesin. İşimiz çok zor, hepimize kolay gelsin!..
İçinde
yaşadığı mağaranın duvarına o ilk çizgiyi çizmekle insan dünyayı değiştirdi.
İlkellikten uygarlığa doğru görkemli bir yolculuk başladı. Çizgi ile yapılan
anlatım, işin içine renk girdikçe daha etkili oldu. Renkler çizginin değerini
azaltmadı, artırdı. Renk ile anlatım, gün geçtikçe ağır bastı. Artık
diyebiliriz ki, resim renkle anlatımdır. Allı yeşilli mavili giysi giydirilmiş karga
korkuluğu bile güzel gözükür. Öyle ise, resimde çizgi, belkemiği değerindedir.
Fizikçi
matematikçi bilgin Isaac Newton,
1666’da, gökkuşağı dediğimiz doğa olayının bir benzerini kendi evinde
gerçekleştirdi. Önce koyu karanlık bir
oda hazırladı. İçeriye incecik bir güneş ışığı demeti sızmasını sağladı. Sonra
bu güneş ışığı demetini bir prizmadan
geçirdi. Böylece, ışık renklerini
ayırmayı başardı. Güneş ışığının, magenta,
koyu mavi, cyan mavisi, yeşil, sarı ve
kırmızı renkten oluştuğunu gördü.
magenta mavi cyan yeşil sarı kırmızı
Newton’dan
135 yıl sonra, 1801’de yine bir fizikçi, Thomas
Young bu ışığı ayrıştırma
deneyinin tam tersini yaptı. Karanlık odada kırmızı, yeşil ve koyu mavi
üç dia-pozitif yardımıyla kırmızı
ışığın üzerine yeşil ışık getirdi.
Kırmızı ışığın yeşil ışıkla çakıştığı yerde sarı renk oluştuğunu gördü.
Kırmızı
ve yeşil ışık demetinin üst üste gelerek
oluşturduğu bu parlak sarı renk
üzerine, koyu mavi ışık düşürdüğünde
daha ilginç bir bilgi elde etti.
Kırmızı
yeşil ve koyu mavi ışığın üst üste geldiği yerde bir beyazlık oluştu. Koyu mavi ile yeşilin çakıştığı bölgede cyan mavisi, kırmızı ile koyu mavinin
çakıştığı bölgede magenta renk
ortaya çıktı.
Kırmızı, yeşil ve koyu mavi, üç ışık demeti üst üste geldiğinde, beyaz renk oluşur.
Magenta, sarı ve cyan mavisi üç
ışık demeti birleştirildiğinde, siyah
oluşur. Magenta ve sarı ışık demeti çakıştığında kırmızı renk ortaya çıkar. Magenta
ve cyan mavisi iki ışık demeti
çakıştığında koyu mavi oluşur. Cyan mavisi ve sarı ışık demeti çakışırsa, yeşil renk ortaya çıkar.
1)
Kırmızı, yeşil ve koyu mavi üç ışık demeti
birleştirildiğinde, beyaz ışık elde
edilir. Beyaz ışığı oluşturan üç renk, ana
renktir.
2)
Magenta, sarı ve cyan mavisi üç ışık demeti
birleştirildiğinde, siyah elde
edilir. Birleştirildiğinde siyah elde edilen üç renk, ikincil renktir.
3)
İşte bu belirleyici altı renk
yardımıyla, siyah ve beyaz dahil, bütün renkleri elde edebiliriz. Renkli
televizyon buna örnektir.
4)
Kırmızı ve yeşil ışık birleştirildiğinde sarı renk oluştuğu halde, kırmızı ve yeşil boya karıştırıldığında
sarı renk elde edilmez.
5)
Böylece, ışık renkleri ve boya renkleri diye bir ayırımın eşiğine geldik. Burada biraz
durmak ve renk ayırımı bilgilerimizi bir daha gezden geçirmek gerekir.
6)
Renk ayırımı bilgisi olmasaydı, renkli televizyon yayını ve matbaacılıkta
renkli fotoğraf baskısı yapılamazdı.
Magenta
üzerine sarı basılırsa, kırmızı renk
oluşur.
Cyan
mavisi üzerine sarı basılırsa, yeşil renk
oluşur.
Cyan
mavisi üzerine magenta basılırsa, koyu
mavi oluşur.
Matbaacılıkta
magenta, sarı ve cyan mavisi ana renktir. Diğer bütün renkler, işte bu üç ana renkten elde edilir. Dördüncü renk siyah, baskı kalitesini artırmak
içindir.
Her
şeyin bir yolu yordamı vardır. Resim yapmanın da bazı temel kuralları vardır.
Bu kurallardan biri de boyaları tanımaktır. Resim yapmak için kullandığımız
boyalar, 1) sulu boya, 2) yağlı boya, 3) guaş boya, 4) akrilik boya,
5) pastel boya, 6) mum boya’dır.
Bu boyaların renk verici maddesi aynıdır. Farklı olan, bu renk verici
maddelerin nasıl taşındığıdır.
İncecik
toz haline getirilmiş boya maddeleri arap
zamkı adı verilen bir tutkal içine katılır. Arap zamkı, su ile çözülen ve
sürüldüğü yere çok iyi yapışan saydam bir tutkaldır. Sulu boya ile resim
yapabilmek için, su ve fırça gerekir. Uygun bir çalışma ortamı gerekir. Kullanımı
kolay değildir. Yapılan yanlışı düzeltme olanağı yoktur.
Toz
haline getirilmiş boya maddeleri, arap zamkı içinde değil de, uygun bir yağ
içinde taşınırsa yağlı boya adını alır. Özel çalışma ortamı istediği ve geç
kuruduğu için uygun değildir. İş bitiminde fırça temizliği gereklidir.
Sulu
boya'nın kardeşi gibidir. İncecik toz haline getirilmiş boya maddeleri, nişasta kolası adı verilen yapıştırıcı
içinde taşınır. Bu yapıştırıcının özelliği yüzünden, guaş boya saydam değil,
kapatıcıdır. Kullanım biçimi sulu boya gibidir. Kapatıcı bir boya olduğu için,
olabilecek hataları düzeltme olanağı vardır. Afiş boyası olarak öne çıkmıştır.
Fikret Mualla’nın guaş boya ile yapılmış çok güzel resimleri vardır.
1960’lı
yıllarda resim yapmak için üretilen akrilik boyanın ilgi çekici olması
doğaldır. Kullanımı kolaydır ve üstün özellikleri vardır. Aynen sulu boya gibi,
guaş boya gibi, yağlı boya gibi çalışılır. Su ile inceltilir. Çok çabuk kurur.
Kuruduktan sonra sudan etkilenmez. Kırılmaz, çatlamaz, dökülmez, kararmaz. En
kaliteli boya budur. Akrilik boya varken yağlıya ile resim yapmak, bilgisizlik
yüzünden değilse, tutuculuğun ta kendisidir. Güzelliği ararken tutucu olmanın
gereği yoktur.
İncecik
toz haline getirilmiş boya maddeleri, uygun bir yağ içinde taşınırsa yağlı boya, arap zamkı içine katılmışsa sulu boya, nişasta kolası içinde ise guaş, çok özel bir plastik yapı içinde taşınıyorsa akrilik boya diye adlandırılır. Pastel boya, aynı toz boyaların, katı
bir hamır oluşturana kadar, tebeşir tozu ve su ile karıştırılmasından elde
edilir. Karıştırılma sırasında, boya hamuruna azcık yağ katılırsa, bu bir yağlı pastel olur. Resim yapmaya yeni
başlayanlar ve özellikle çocuklar için, ilk seçenek pastel boya olmalıdır. Fiyatı,
diğer boyalara göre ucuzdur. Kullanımı kolaydır. Daha önemlisi, pastel boya ile
çok hoş resimler yapma ve yeni teknikler arama olanağı vardır. Koyu renkler,
beyaz boya ile açılır.
Boya
tanecikleri erimiş mum içine katılarak üretilmiştir. Mum saydam yapılı olduğu
için, mum boya ile çok parlak renkler elde edilir. Kullanım biçimi, aynen
pastel boya gibidir.
RESİM
YAPARKEN KULLANDIĞIMIZ
ANA RENKLER VE ARA RENKLER
1)
Resim yaparken kullandığımız tüm renkler, kırmızı
mavi ve sarı renkten üretilmiştir.
Bu üç renk, ana renkler diye
adlandırılır.
2)
Sarı ve mavi boya birbirine karıştırılırsa, yeşil renk elde edilir. Sarı
ve kırmızı boya birbirine
karıştırılırsa, portakal rengi
üretilir. Kırmızı ve mavi boya birbirine karıştırılırsa, mor
menekşe renk açığa çıkar.
3)
İşte bu biçimde, iki ana renk karışımı
ile ortaya çıkan üç renk (yeşil, portakal, mor) ara renkler diye adlandırılmıştır.
4)
Karşıt renkler birbirinin değerini artırır. Bu yüzden, karşıt renklere bütünleyici renk demek yanlış olmaz.
Her ana rengin karşıtı, diğer iki ana rengin ürettiği ara renktir.
Karşıt
renk boyalar birbirine karıştırılırsa, her biri diğerini çürüterek öldürür. İki
ara renk boya karışımı da çürümeye yol açar. Üç ana renk boya eşit ölçüde
birbirine karıştırılırsa, ölüm kesindir. Gri, ölü renk demektir. İşte bu
ölmeden önceki çürüme aşamasında, kahve renk
elde edilir. Kahve renk elde etmek için, kırmızıya azcık yeşil katmak
yeterlidir. Yedinci renk, topraktır. Gökkuşağı'nda altı renk vardır.
Renklerin
sıcaklığını termometre ile ölçebiliriz. Üzerine kırmızı düşürülen termometre,
sıcaklığın arttığını bildirir. Üzerine mavi ışık yönlendirildiğinde, termometre
sıcaklığın azaldığını belirtir. Kırmızı sarı portakal, sıcak renktir. Yeşil
mavi mor, soğuk renktir. Yalnızca sıcak renklerle yapılan resimler yeteri kadar
etkili olmaz. Yalnızca soğuk renklerle yapılan resimler de başarılı olmaz.
Sıcak ve soğuk renkleri birlikte ve uygun ölçüde kullanmak gerekir. Her şey
kendi karşıtı ile anlamlıdır. Sıcak-soğuk, savaş-barış, doğru-yanlış, varlık-yokluk, azlık-çokluk, gibi.
İnsanın
el yazısı, kişilik yapısını açıklar. Öncü artçı gösterişçi korkak asi
kişilikler, üç beş satır el yazısı ile kendini belli eder. Ama güzel yazı
yazabilmenin en önemli koşulu, kişilik yapısı değildir, kalemi doğru tutmaktır.
Resim yaparken de bu kural geçerlidir. Güzel resim yapmak istiyorsak, önce boya
tutmayı öğreneceğiz.
Kullanmak
istediğimiz pastel veya mum boyayı, kırmadan kutudan alıp defterimizin üzerine
bırakalım. Baş parmağımızla işaret parmağımız tam karşı karşıya gelecek
biçimde, boyayı iki parmakla sıkıca tutalım. Orta parmakla işaret parmağımızı
destekleyelim. Böylece boyayı üç parmakla tutmuş oluruz. Kırılmasın diye,
kullanacağımız boyayı ucundan tutmalıyız. Bu bir.
İkincisi,
boyayı doğru tutmak yetmez. Tuttuğumuz boyanın da iyi boya olması gerekir.
Piyasada yüksek fiyatlarla satılan markalı pastel boyaların, ucuz yağlı pastel
boyadan daha kaliteli olduğu bilgisi doğru değildir. Pastel boyanın iyisi
kötüsü yoktur. Daha ucuz olanı tercih edilmelidir. Pastel boya yoksa, mum boya
doğru seçenektir.
Boyayı
doğru tutmak ve kaliteli boya kullanmak yetmez. Resim defterinin de kaliteli
olması gerekir. Kâğıdın yeteri kadar kalın olması çalışmayı kolaylaştırır.
Pastel boya için üretilmiş renkli resim kâğıtlarına avuç dolusu para vermek,
resim yapmaya yeni başlayanlar için gerekli değildir. Kullanacağımız malzemeyi
ve kaliteyi, amacımız belirler. Başlangıçta amaç, çok güzel resimler yapmak
değildir, resim yapmayı öğrenmektir. Resim bilgilerimiz arttıkça, daha güzel
resimler yapacağız.
Dördüncüsü,
resim yaparken yeryüzü ile gökyüzünü birbirinden ayırmalıyız. Ağaçlar evler
çocuklar ırmaklar dağlar, boşlukta gibi olmasın. Her şeyi gerekli olduğu yerde
ve doğru ölçüde yapmalıyız.
Beşincisi,
resim kâğıdını ortalamak gerekir. Resmini yapmak istediğimiz şeyleri, boncuk
dizer gibi, kâğıdın altına dizmek yanlıştır. Şu veya bu köşeye sıkıştırıp diğer
yerleri boş bırakmanın da gereği yoktur. Kâğıdın tamamını doğru
değerlendirmeliyiz. Yaptığımız yanlışı hemen düzeltmeliyiz.
Konuyla
ilgili pek çok soruya yanıt ürettik. Şimdi sıra geldi resim yapmaya. Şöyle bir kutu pahalı markalı pastel boya ve kaşı gözü
ayrıntısı çizilmiş bir “Boyama Kitabı” alsak, “Haydi canım ciğerim, şimdi bunu
boya!..” desek, yararlı yeterli olur mu? Deneyler ve bilgiler, bunun yeterli
olmadığını kanıtlıyor.
İkinci
bölümde, yedi sekiz dokuz yaşındaki çocukların yaptığı resimlerden örnekler yer
alıyor. Çocuğumuz bu resimleri taklit ederek işe başlaybilir. Taklit etme, kötü
davranış değildir, öğrenmenin bir biçimidir. Benzerini yapan, daha iyisini de
yapar. İnsanlığın bilgi birikiminden yararlanmalıyız.
Çocuk
resim yaparken, ilgi dağıtıcı her davranıştan kaçınmalıyız. Yaptığı çalışmayı
çocukla tartışmalıyız. Ne kadar başarısız olursa olsun, çocuğun yaptığı
çalışmayı beğenmeliyiz. Her çalışmanın övgüye değer bir noktası vardır. Översek
seversek güvenirsek, hiçbir şey yitirmeyiz. Övgüden yergiden önce, özendirmek
yönlendirmek bilgilendirmek gerekir. Başarısızlığı değil, başarıyı görmek
gerekir. Daha önemlisi, yapılan çalışmayı değerlendirmek gerekir. Hiç değilse,
hoş bir söz söylemek gerekir.
Boyamaya
istediğiniz yerden başlayın. Boyarken boyayı iyice bastırın. Kâğıdın hiçbir
yerinde en küçük bir beyazlık bile bırakmayın. Fazla boyayı kazıyıp alın. Koyu
renkleri beyaz boya ile açın. Siyah boya kullanmayın. Karanlık resimler
yapmayın Yaptığınız resimler aydınlık, pırıl pırıl, cıvıl cıvıl olsun.
Yaptığınızla örnek aldığınızı kıyaslayın. Daha iyisini yapmak için uğraşın.
Olmasza, bir daha deneyin.
Çalışırken
başkasına zarar vermeyin. Boyama işleriniz bittiğinde, boyalarınızı toplayın.
Yaptığınız resimleri yırtmayın atmayın. Değerlendirmek için saklayın.
Başladığınız işi bitirmeden bırakmayın. Edebiyattan sanattan siyasetten uzak
kalmayın. Verdiğiniz sözü unutmayın.
Eğer
ki birgün size, herkes güzel resim
yapamaz, resim yetenek işidir, yeteneği yoksa çocuğu zorlamaz doğru değildir
derlerse, sakın bu sözlere inanmayın.
Deneyler
ve bilgiler, asıl bu görüşün doğru olmadığını gösteriyor. Güzel resim yapmak,
bilgi ve çalışma gerektirir. Yetenek, yatkınlıktır. Yalnızca yetenek hiçbir işe
yaramaz. Çok çalışan dağları aşar. Tembel olan, gölge mavidir, mavilik arar!..
Sonsöz, büyük kardeşler için!..
Edebiyatta
sanatta siyasette yaşamda başarılı olmak için, önce gerçeği görmeliyiz. Dünyayı
ve olayları doğru kavramalıyız. Yaşadıklarımızdan ders çıkartmalıyız. Yurdumuza
yurttaşımıza sahip çıkmalıyız. İnsanlığın bilgi birikiminden yararlanmalıyız.
Yeryüzünde
insanlığın yeşerdiği ilk yer, Anadolu toprağıdır. On beş bin yıl önce, ilk
buğday tohumunu toprağa eken Anadolu insanı, insanlığın yolunu açtı. Ektiğimiz
her tohum tanesi toprakta beş on kat çoğaldı. İşte bu çoğalma yüzünden, Anadolu
insanı toprağın doğurganlığına inandı. Ve toprağı, tanrı kabul etti. Toprak
Ana’nın kucağında yırtıcı hayvanlara bile yer vardı.
Anadolu
insanı çanak çömlek yaparken, çömlekçi çarkı yapmayı akıl etti ve yaptı.
İnsanoğlunun yaptığı ilk teknik devrim, işte bu çömlekçi çarkıdır. Beş bin yıldır
dönen çömlekçi çarkı, döner dönmez toplum yaşamında köleci düzeni getirdi
dayattı. Doğaldır ki, o güne kadar üretimin dışında olan avcı toplayıcı savaşçı
kurnaz erkek, olayı hemen kavradı ve kadının elinden çömlekçi çarkını aldı.
Savaş tutsaklarını zorla çalıştırdı, onları köle yaptı, kölecilik çağını
başlattı.
Çömlekçi
çarkından bin yıl kadar sonra, demirci körüğü geldi girdi yaşantımıza.
Köleciliğe
karşı direniş devam ederken, dört bin yıl önce demirden balta bıçak kama
üretildi. Baltanın bıçağın kamanın üretilmesi, Anadolu’da kıyametin kopmasına
yol açtı. Kralların ve kralcıkların elinde balta bıçak kama vardı. Köle olmayı
kabul etmeyenler ateşe sarıldı. Kralları ve kralcıkları yaktılar. Can derdine
düşen korkaklar, sürüler halinde dağlara uzaklara kaçtılar. Avrupa içlerine
kaçanlar, geldikleri yeri yöreyi bile unuttular. Dağlara kaçanlar, toplum
yaşamının dışında kaldılar. Köleciliğe karşı direnenler, Anadolu toprağında
Türkleştiler. Türkleşme, kavim kabile soy boy ırk inanç dil değiştirme değildir,
yurduna yurttaşına sahip çıkmaktır, ekildiği dikildiği toprağa egemen olmaktır.
Üç
bin dokuz yüz yıl önce, Anadolu’da akıllanmış krallar ve kralcıklar kuşağı
ortaya çıktı. İşte bu krallar ve kralcıklar, içeriden dışarıdan gelen
tehlikelere karşı güçbirliği yaptı. Her savaştan sonra durum değişti.
Kralcıklar kralların, krallar da Büyük Kral’ın egemenlik alanı içine girdi.
Kızılırmak yayı içinde Hatti, Doğu’da ve Güneydoğu’da Hurri, Güneybatı’da Luvi
kırallığı vardı. İşte bu üç büyük kırallıktan doğdu Hatti İmparatorluğu.
Anadolu ilk defa birleşmiş bütünleşmiş oldu.
Hattiler
Hurriler Luviler, Anadolunun yerli halkıdır. Başkası vardır, öncesi yoktur.
Yunan
köleciler, üç bin iki yüz elli yıl önce Anadolu’ya saldırdılar. Çanakkale’de
Truva Savaşı’nda biz yenildik. Yurdumuz ilk defa işgal edildi. Yabancı
boyunduruğu altına girmeyen yerli krallar kralcıklar ve köle olmayı kabul
etmeyen insancıklar öldürüldü. Tutsaklar köle yapıldı. Truva Savaşı’ndan sonra,
beş yüz yıl boyunca okur yazar kimsenin olmadığı karanlığın külleri örttü
Anadolu toprağını.
Kölecilerin
dayatması sonucu Anadolu’da Yunan dili yaygınlaştı. Yazarlar sanatçılar
bilginler zenginler Yunanca konuşmaya okumaya yazmaya başladı. Heredotos
Homeros Strabon Tales Anaksimenes Diogenes Isidoros Sostratos Hippodamos
Eudoksos ve daha diğerleri, Anadolu insanı olduğu halde, Yunan nüfusuna
yazıldı.
Anadolu
toprağında Yunan kölecilerin egemenliği devam ederken, İsa'dan beş yüz elli yıl
önce doğudan İranlı köleciler geldi. Ksanthoslu ve Kaunoslu yerli kölecilerin
dışında direnen olmadı. Yunan egemenliği bitti. Anadolu ikinci defa işgal
edildi.
Pesler’den
iki yüz yıl sonra, Makedonya Kralı İskender geldi Anadolu'ya işgal için.
Termessos halkı, İskender'in yirmi bin kişilik ordusuna karşı bir avuç kuvvetle
direndi. İskender başarılı olamayacağını anlayınca geri çekildi. Ama yine de,
krallar kralcıklar hiçbir direniş yapmadan İskender’e teslim oldu. Anadolu
üçüncü defa işgal edildi.
İskender,
Suriye üzerinden Mısıra gitti. İran’ı Afganistan’ı Pakistan’ı işgal etti.
Kurduğu imparatorluğu yönetmek için Babil’e geldi. Ama imparatorluğunun
sefasını süremedi. Babilde kırk güne kalmadan öldü gitti.
Pers
devleti yıkılır yıkılmaz, İranlı Mitra Amasya’da Pontos Krallığı devletini
kurdu. İskender artıklarıyla otuz yıl savaştıktan sonra, İsa'dan önce üç yüz
iki yılında, esir düştü ve öldürüldü. Yerine oğlu İkinci Mitra geçti. Savaş
devam etti. Pontos Krallığı, Anadolu’da ikinci yerli bağımsız devlettir.
Altıncı
Mitra kral olduğunda ufacık bir çocuktu. Ama hayalleri düşleri büyüktü.
Karadeniz kıyılarını ve Kırım’ı Yunan kölecilerden kurtardı. İsa’dan önce
seksen sekizde, Romalı köleciler savaşa katıldı. Pontos Krallığı’nın orduları,
Yunan ve Roma egemenliğini kıra kıra, Sinop’dan İzmir’e uzandılar. Bir günde
seksen bin Romalı’yı öldürdüler. Atina’yı kuşattılar. Bergama'yı Pontos
Krallığı'na başkent yaptılar. Truva Savaşı’ndan bin yıl sonra, yabancı
kölecileri bozguna uğrattılar.
Altıncı
Mitra’nın akılsız oğlu Farnakes, düşmanın gözüne girmek için, kendi öz babasını
öldürdü ve babasının ölüsünü armağan olsun diye düşmana gönderdi. Romalı köleci
Sezar, armağanı alır almaz fırsatı
değerlendirdi, yirmi bin kişilik ordusuyla saldırıya geçti. İki ordu Zile'de
buluştu. Farnakes’in kırk bin kişilik ordusu, İsa’dan önce kırk yedi yılında
Zile’de Romalı Sezar’a yenildi. Sezar, “Geldim, gördüm, yendim!..” dedi. Pontos
Kırallığı da bitti. Anadolu dördüncü defa işgal edildi.
Romalı
köleciler o kadar zorbalık yaptı ki, Anadolu halkı doğudan gelen Türkmen
savaşçılara omuz verdi. Konya’da Selçuklu Devleti kuruldu. Yeni bir umut
yeşermişti.
Selçuklu
Devleti de köleci düzen ilişkileri bataklığına battı. Amasya’da Baba İlyas, Selçuklu’ya
karşı direniş başlattı. Konya’dan gelen orduyu tek başına karşıladı. Amasya
halkı savaşa katıldı. Direnişin öncüsü İlyas, Amasya Kalesi’nin burçlarına
bayrak gibi asıldı. İşte o gün itler, köpek adını aldı.
İlyas’ın
öğrencisi arkadaşı yoldaşı Baba İshak, Adıyaman’da başlattı ayaklanmayı. Maraş
Malatya Sivas Tokat ayaklanmaya katıldı. Amasya’da kanlı çarpışmalar oldu.
Konya üzerine yürüdüler. Ama yarı yolda yenildiler. Baba İshak da Amasya’da
asıldı.
Direnişçilerden
geriye kalmış yaralı iki yiğit, Selçuklu’yu yıkmak için ant içtiler. Söğüt’te
Kayı Boyu'na gittiler. Osmanlı’yı örgütlediler. Selçuklu’yu yıktılar. Bu iki
yiğit öncüden birinin adı Bektaş idi, Hacı Bektaş oldu. Diğerinin adı Ali idi,
Şeyh Edeb Ali oldu.
Fatih
Sultan Mehmet İstanbul’u almakla, Anadolu’yu Yunan Pers Makedon ve Romalı
köleci zorba artıklarından kurtardı. Truva Savaşı’ndan bu yana boynumuzda duran
yabancı köleci boyunduruğunu kırdı attı.
Fatih
Sultan Mehmet İstanbul’u aldığında, kuşlar gibi özgür olmanın keyfini yaşadı. Kırk
bin kölesi vardı, köleciklerin hepsini özgürleştirdi. Padişah’dan sonra
vezirler kizirler ve diğer köleciler kendi köleciklerini özgürleştirdi.
Böylece, en az iki yüz bin köle özgürlüğe kavuştu. Eski kölecilik çağı bitti.
Ağa
tefeci bezirgân üçlüsü, yeni çağın egemen sınıfı oldu. Ağalar patron, tefeciler
banka, bezirgânlar çağdaş bakkal olamadı. Ekonomi çöktü. İsyancı olmayı da
öğrendik.
Osmanlı
İmparatorluğu’nun son yıllarında, İngiliz Fransız Rus oyuncağı olmuş kişiler,
Anadolu’da ırkçılık ayırımcılık düşmanlık ihanet tohumları ektiler. Oyuna
gelmiş bazı Ermeniler, Türkler’in ciğerine ihanet bıçağı gibi girdiler. Ermeni
damarımızı da bizden koparttılar.
1919’da
Anadolu beşinci defa işgal edildi. Ama bu işgal beş yıl bile sürmedi. Mustafa
Kemal’in askerleri, işgalci düşmanı yurttan attı. Osmanlı İmparatorluğu’ndan
Türkiye Cumhuriyeti’ne devrimci geçiş yaptı. Beşinci dalga kölecilerin hevesini
kursağında bıraktı. İşte o yüzden, Kemal Atatürk’e saldırıyorlar.
Anadolu’da
yerli köleci zorbaları dört bin yıl önce bozguna uğrattık. Kölecilerin egemen
olması, iki yüz yıl sonra filizlenen akıllanmış kuşağa kaldı. Pankus denilen
köleci meclis, kölenin de bazı hakları olduğunu karara bağladı. Kralla Kraliçeyi
aynı yetkilerle donattı. Özgür yurttaşlardan ordu kurmayı başardı. İşte bu ordu, Türk Ordusu'dur.
Türk
Ordusu iki defa yenildiği için, iki bin dört yüz yıl yabancı kölecilerin
boyunduruğu altında yaşadık. NATO'ya “girdiğimiz” için yurdumuzu yurttaşımızı
yabancıya bıraktık. Amerikan aşkı uğruna yanlış işler yaptık. Boç batağına battık.
İşte o yüzden, Türk Ordusu’na saldırıyorlar.
Türkler
1071’de Malazgirt’den Anadolu’ya girdi. Yoğurt peynir koyun keçi kıl yün sattı,
ticaret yaptı, zengin oldu. Edebiyata sanata merak saldı, bey gibi yaşadı,
devlet kurdu, imparatorluk oldu, dünyayı yönetti. Askeri bakımdan başarısız
olunca iflas etti, işgal edildi. Düşmanı denize döktü, demokrasiyi öğrendi,
insan olmayı da öğrenecek, diyorlar.
Tükler
Orta Asya’dan geldi, Anadolu'nun yerlisi değildi, diye propaganda yapıyorlar.
Soy boy kavim kabile ırk inanç ayırımcılığı yapıyorlar. Türkler’i “soykırım”
yapmakla suçlayan her türlü görüşe kucak açıyorlar, para pul silah külah yalan
dolan her şeyi veriyorlar. Kendileri birleşmek bütünleşmek için uğraşırken,
bize ayrışma dağılma dayatması yapıyorlar. Ve bir de utanmadan, hak hukuk
insanlık çağdaşlık palavrası atıyorlar. Dostu düşmanı ayırt edeceğiz.
İlk
bakışta görüleni algılamak yetmez. Görülmeyeni de görmek gerekir. Yeryüzüne ilk
buğday tanesini biz ektik. Son buğday tanesini de biz ekeceğiz. Ama bu arada, Hatti
Hurri Luvi köklerimizi de öğreneceğiz. Yurdumuzu yurttaşımızı bilimi bilgeyi
sanatı sanatçıyı seveceğiz. Köleciler dayattıkça ayrılığı, birleşeceğiz
bütünleşeceğiz. Darda zorda kaldıkça, üretimin gücünü göreceğiz. Yalancı
dolancı değil, gerçekçi olacağız!..
Pastel
boya ile yaptığım bir resimden ayrıntı. Öner Yağcı’nın Gökyüzüne Akan Irmak adlı kitabının ilk baskılarında kapak resmi
olarak kullanıldı. Az sayıdaki insanın derin duygusal coşkusunu öne çıkartmak
için, gereksiz ayrıntıları attım ve karşıt renkleri birlikte kullandım. Kitap
kapağı için yapılmış resimlerin amacı, dikkat çekici ve içeriği yansıtıcı
olmaktır. Ben de öyle yaptım. Yaptığım işin içine azcık da kendimi kattım.
Bernard
Shaw’ın Kara Kız kitabı için, bir
kapak resmi yapmam önerildiğinde, önce kitabı aldım okudum. Kara Kız’ın ilgi
çekici arayışı sonunda bulduğu ferahlık ve alaycı gülümseyiş beni de etkiledi.
Daha doğrusu, yaşamı kucaklamak için, kollarımı açtım. Sıcaklığın ortasında
serinlik, kırmızı içinde mavilik gibidir. Kırmızının getirdiği sıcaklığa,
mavinin serinliğini kattım. Pastel boya ile, yukarıdaki resmi yaptım. Cem
Yayınevi, Kara Kız’ın kapağında bu resmi kullanıyor.
Belirleyici
olguyu çizgiyi biçimi rengi görmek yetmez. Aynı zamanda, olması gerekeni de
görmek gerekir. Görülen gerçeğin içine duyguları düşleri katmak ve soyutlama
yapmak gerekir. Soyutlama yapmak, insanı insan olmayandan ayıran temel
özelliktir. Uçan kuşun kanadını
kuyruğunu göremeyiz. Ama yine de her kuşun kanadı kuyruğu olduğunu biliriz.
Uçan Kuş çizimi yaparken, gördüğümüz kuşu değil, düşündüğümüz kuşu örnek alırız. Gereksiz ayrıntıları
atarız. İstediğimiz değişikliği düzeltmeyi yaparız.
Fikret
Mualla’nın guaş boya ile yaptığı bir resimden ayrıntı.
Fikret
Mualla’yı örnek aldım ve bu çizimi yaptım. Kendi yaptığımı da beğendim.
Kargamışlı
Toprak Ana’nın başındaki başlık ve üzerindeki giysi, Anadolu’da kadın giyim
kuşam beğenisine üç bin yıllık örnektir.
Toprak
Ana’cığımız bir zamanlar incecikmiş!..
Ekrem
Akurgal’ın Hatti ve Hitit Uygarlıkları kitabında (Şekil 6-h) basit çizimini
gördüğüm beş bin yıllık bu tabak deseni büyüleyicidir. Çizimi yeniden yaptım.
Kendi yaptığımı da beğendim. Çize çize çizgi çizmeyi sevdim.
Resimde
çizgi, belkemiği değerindedir. Allı yeşill mavili giysi giydirilmiş karga
korkuluğu bile güzel gözükür. Öyle ise, önce çize çize güzel çizgi çizmeyi
öğrenmeliyiz. Yaptığımız çizim güzel olursa, boyama işimiz kolaylaşır.
Kutup
Ayısı, şimdi kara kara düşünüyor. Buzullar çözülüyor. Ayılar dayılar yavrular kurtlar
kuşlar ve insancıklar aç kalıyor. Ama bazı çocuklar ekmeği çöpe atıyor!..
Elma
desem, elma değil. Armut desem, armut değil. Çilek desem, beneği yok. Yumurta
desem, kulpu yok! Domates desem, iyice yıkasam, yanağından ısırsam, beni
bildin, ben de seni sevdim, der mi?
Bu
bir turna kuşudur, dert ortağımızdır. En güzeli, ya allı turnadır, ya telli
turnadır!..
Resim
yapmanın yararlı olacağına inanmış öğretmenler ve onlara inanmış büyükler, ufacık minicik çocukları resim boyamak için
zorluyor. Boya kalemleri ile resim yapmak, iğne ile kuyu kazmak gibidir, bu yol
yanlıştır. Çizim yaptıysan, sulu boya kullanamazsın. Guaş boya kapatıcı olduğu
için, çizimden yararlanamazsın. Öyle ise, doğru olanı araştıracaksın. Pastel
boya kullunucaksın. Ve bu deftercikten yararlanacaksın!..
CAHİT
ÇELİK ➔ GSM: +90 542 216
1357
Karadolap
M. Veysel Karani C. No: 55
Alibeyköy
34065 Eyüp - Istanbul
Tarih,
belgeye bilgiye sezgiye dayalı kurgulanmış hikâyedir. Doğaldır ki, her yazı
yazarının kavrayışını duygularını düşlerini gerçeğini yansıtır. Köleciler,
tarih yazarlığı yaparken, zalimliği zorbalığı haklı gösterdi, köleciliğe karşıt
olan her şeyi aşağıladı suçladı. Arkeologlar geçmişin küllerinden kaya gibi
sağlam bilgiler üretiyor. Bu bilgileri doğru değerlendirenler, beş bin yıl önce
toplumun sınıflara ayrıştığını bilenler, bu ayrışmanın dörtbin yıl önce ulaştığı
boyutları görenler, Anadolu’yu dışarıdan gelen yaban sürüleri yaktı yıktı
demezler. Bunu dedikten sonra, Frig Uygarlığı’nı galiba bu yakıcı yıkıcı yaban
sürüleri yarattı, diyemezler.
Ekrem
Akurgal, dört bin yıl önce Anadolu’da altından beş kat değerli bir maden vardı,
bu maden o çağda yeni keşfedilmiş demir olsa gerektir, diyor. Az bulunuyor olsa
da, demir o çağda niçin bu kadar değerlidir? Demirden yapılmış baltayı bıçağı
kamayı eline alırsan, istediğini kesersin. Gırtlağına dayayınca bıçağı, herkesi
köle yaparsın. Bulunduğun yerde yörede kıral olursun. Köle olmayı kabul
etmeyenler de seni cayır cayır yakar. İşte buradan, dört bin yıl önce Anadolu’da
ne olduğu açığa çıkar. Beş bin yıl önceye gitmezsen, dört bin yıl önce
Anadolu’da ne olduğunu bilmezsen, Hatti’den Hurri’den Luvi’den Pontos’dan
Selçuklu’dan Osmanlı’dan “Bana ne ya!..” dersen, belirleyici olguyu çizgiyi
biçimi rengi gerçeği görmezsen, önünde sonunda birgün Türkiye toprağına hasret
kalırsın. Vatan ne demekmiş, işte o zaman anlarsın.
1949’da
Amasya’da doğdum. İlköğretmen Okulu’nu Tokat’ta başlayıp Perşembe’de 1971’de
bitirdim. Asıl ilgi alanım resim yapmaktı. Ama o günlerin koşulları gereği,
resim yapmayı bıraktım. Aralık 1979’da bir operasyon sırasında tutuklandım.
12.Eylül’den üç ay önce serbest bırakıldım. Kaldığım yerden devam ettim ve
birgün emekli olmayı başardım. Bu kitapçık, öğretmenliğimin son yıllarında
yaptığım çalışmaların ürünüdür. Daha doğrusu, çizgisini çizimini kişiliğini
örnek aldığım öğretmenim Hayrettin Kılıçkan’ın Tokat İlköğretmen Okulu’nda
uyguladığı programın yedi sekiz dokuz yaşındaki çocuklar için güncelleştirilmiş
biçimidir. Büyükler için de yararlı olabilir.